Michel Odent ile Söyleşi

Mayıs 2009

Danimarka’daki doğal doğum kongresinin katılımcılarından biri de 70’li yıllarda doğal doğum konusunda yaptığı çalışmalarla ünü ülkesi Fransa’yı aşıp dünyaya yayılan kadın doğum uzmanı Dr. Michel Odent idi. Dr. Odent o dönemde hastane doğumlarında ev ortamları yaratan ve doğum havuzlarını hastanelere ilk taşıyan sıradışı bir doktor. Sezaryen isimli kitabı geçen sene Kuraldışı yayınları tarafından dilimize çevrilmiş ve bizde katıldığımız eğitimlerde önemle tavsiye edilen bu kitabı okumuştuk. Kendisini ayrıca doğal doğum konulu filmlerin bir çoğunda konuşan uzmanlardan biri olarak seyretmiştik. 22 dile çevrilen toplam 12 kitabın yazarı ve Londra ‘daki Primer Sağlık Araştırma Merkezi’nin kurucusu olan böyle değerli bir uzman ile tanışma fırsatını değerlendirdik ve onunla sohbet ettik.

Bu kadar tecrübeli bir doktorun gözlemleri ve duyarlı çalışmalarıyla bugün doğum yapan kadının ve yeni doğan bebeğin ihtiyaçlarını anlama konusun önemini daha iyi anlıyoruz. Dr. Odent’in doğuma yaklaşımı The Lancet gibi birçok seçkin tıp dergisine ve BBC tarafından hazırlanan Birth Reborn gibi belgesellere konu olmuştur. Kurucusu olduğu Primer Sağlık Araştırma Merkezi’nde biraraya getirilen bir çok bilimsel çalışmada da ortaya çıktığı gibi doğum olayının bir yetişkinin kişiliği ve sağlığındaki etkilerene olan inancı bugün de halen dünyayı dolaşıp bu konuda seminerler vermeye devam etmesinin en büyük sebebi.

DOUM: Bir kaç kez ülkemizi ziyaret etmiş ve buradaki ortamı bilen bir uzman olarak Türkiye’de ki doğum ortamları hakkındaki fikriniz nedir?

Michel Odent: Biliyorum ki Türkiye Dünya’da sezaryen oranları en yüksek ülkelerden biri. Şehirden şehire değişiyor ama sanırım Istanbul en yükseklerinden biri Ankara’dan yüksek galiba. Dünya’da böyle birkaç yer var, mesela İran çok yüksek sezaryen oranalarına sahip, Güney Kore, Çin, büyük Hint şehirleri ve Latin Amerika en yüksek sezaryen oranlarına sahip ülkeler.

DOUM: Türkiye’de sezaryenin anne ve bebek için daha güvenli olduğuna dair genel bir inanç var özellikle bazı doktorlar bunu savunuyor ve ailelere böyle söylüyorlar. Bu konuda uzman bir doktor olarak ne söylemek istersiniz?

Michel Odent: Şu kesindir ki bugün bebeklerin nasıl doğduğu konusunda sadece konvansiyonel kriterleri (20.yy kriterlerini ki bu çok eski) göz önüne alırsak, bunlar; gebelikteki ölüm ve hastalık oranları, doğumdaki annenin ölüm ve hastalık oranları ve maliyet etkinliği gibi konulardır, bebek sahibi olmanın en güvenli yolunun gebeliğin 39. haftasında yapılan isteğe bağlı sezaryen olduğunu söyleyebiliriz. Zira sezaryen çok kolay, hızlı ve güvenli bir operasyon haline gelmiştir.

Ancak bizim yeni kriterler belirlememiz gerekiyor, bebeklerin doğum şekillerini değerlendirmek için yeni yollar. Bazı örnekler vereceğim. Yakın zamana kadar doğum şeklinin emzirmenin kalitesini ve süresini etkileyeceğini bilmiyorduk. Bu tip kriterler kullanmıyorduk. Aynı şekilde bugün biliyoruz ki bebeğin bağırsak florası -yani bağırsaklarımızdaki mikroorganizma ve mikroplar- doğumdan hemen sonra oluşuyor. Bu nedenle doğar doğmaz bir bebeğin annenin tanıdık mikroplarıyla mı yoksa başkalarının tanıdık olmayan mikroplarıyla mı tanıştığı önemli.

Bu farklı açıları bildiğiniz zaman doğum şeklini değerlendirmek için yeni kriterlere ihtiyacımız olduğunu anlıyorsunuz. İnsanlardan bahsediyor olduğumuz için uygarlık açısından düşünmeliyiz. Biz diğer memelilerden farklıyız. Kültür yaratıyoruz, konuşuyoruz, medeniyete sahibiz. Doğum şekillerini değerlendirirken bunları da dikkate almalıyız. Yoksa diğer memelilerde bu çok basit. Eğer doğuran anneyi rahatsız ederseniz anne yavrusuna bakmaz. Çok basit. Eğer bir memeli epidural ile doğum yaparsa yavrusuna bakmaz. Bir memeli sezaryen ile doğum yaparsa yavrusuna bakmaz. Çok basit. İnsanlarda durum çok daha karmaşık.

Bugün şunu kolaylıkla söyleyebiliyoruz; dünyada birçok kadın bebeklerini ve plasentayı doğururken salgılayacakları aşk hormonunun ilaçlar tarafından bastırıldığının farkında değiller. İlaç kullandığınız zaman doğal hormonların salgılanmasını engellersiniz. Bu konuda son olarak şunu söylemek istiyorum; bugün dünyada bebeklerini ve plasentayı doğururken aşk hormonu salgılayan kadınların sayısı giderek sıfıra yaklaşıyor. Bunu bilince bu duruma insanlık açısından bakmanın önemini anlıyoruz. Böyle bir durumda 3,4,5 nesil sonra aşk hormunu kullanılmaz olursa uygarlık açısından ne olacak?

DOUM: İsteğe bağlı sezaryen bir seçenek olmalı mı, ne dersiniz?

Michel Odent: Muhakkak ki öncelikle bugün neden bazı kadınların sezaryeni tercih ettiğini anlamamız gerekiyor. Bazı kadınların doğum ile ilgili gerçek bir fobileri var. Doğum fikri bile onlar için dehşet birşey. Bu kadar büyük bir fobinin tıbbi bir endikasyon olabileceğini söyleyebiliriz. Bu noktada bazı kadınların sezaryeni tercih edeceğini inkar edemeyiz, bu seçimi yapacaklar. Önemli olan mümkün olduğunca bu fobiye yol açılmasını engellemektir.

DOUM: Kadınları kendi doğurma kapasitelerine ikna etmek için ne yapabiliriz?

Michel Odent: Bence kadınları bunu yapabileceklerine inandırmanın en iyi yolu onların kültürel koşullanmalarını ortadan kaldırmak olurdu. Bunu yapmanın en iyi yolu da kafayı kesmek ya da neokorteksin aktivitesini bertaraf etmektir. Bunu da sessizlik ve loş ışık ile sağlayabilirsiniz. Çünkü ışık neokorteksi uyarır, loş ışık önemlidir ve önemi yeteri kadar anlaşılmamıştır. Bütün doğum videolarına bakın, parklak ışıklar var. Neokorteks ayrıca izlendiğinin farkında olduğunda da uyarılır. Bunu anlamak çok zaman aldı. Bütün doğum videolarında aynı şeyler; 2-3 kişi doğran kadını izliyor, artı kamera, o da bir gözlemci. Sonra da bunun doğal doğum olduğunu söylüyorlar, kadın serbest hareket edebiliyor diye, ya da bir doğum havuzu var diye. Ancak ortam oldukça doğadışı. Bunu anlamak zaman alacak; ancak gözlemlendiğinizde ki nasıl olduğu farketmez, doğumda bulunan 3 fazladan kişi, sizi kaydeden bir kamera ya da bebek kalp seslerini kaydeden cihaz aynı şekilde neokorteksi uyarır. Neokorteks ayrıca muhtemel bir tehlike hissettiğinde de uyarılır çünkü dikkatli ve alarmda olmamız gerekir. Dolayısıyla kendini güvende hissetmek de temel bir ihtiyaçtır.

Doğuma en yaygın müdahalenin konuşma olduğunu anlamamız uzun bir zaman alacak. Tabii ki rasyonel konuşmadan bahsediyoruz burada. Mesela santimetrelerden bahsetmek veya soru sormak. Size bir soru sorulursa düşünmek zorunda kalırsınız. Benim sık sık kullandığım bir benzetme var. Neokorteksin faaliyetini azaltması gereken diğer bir durum da sevişme sırasındadır. Sevişen bir çift düşünün, orgazm öncesi durumdalar. Ve birden kadın eşine ’Akşama ne yemek istersin’? diye soruyor. Bu bir soru ve neokorteksi uyarıyor. Bu fizyolojik sürece müdahale edecektir. Bu benzetmeden böyle anlaşılıyor. Ama doğumda bunu tamamen unutuyoruz. En yaygın müdahale şekli konuşmaktır.

Yapılacak çok şey var ama imkansız değil. Zira yeni doğan bebeğin ihtiyaçlarını anlamak konusunda bu mümkün olmuştu; neden doğum yapan kadın için de aynı şey olmasın?

DOUM: Peki hastaneler kadınların doğum sırasındaki bu temel ihtiyaçlarına saygılı olmya nasıl ikna edilebilir?

Michel Odent: Hastanede, doğum evinde ya da evde olmanız farketmez eğer konuşursanız doğuma müdahale etmiş olursunuz. Hatta belki de hastanede odanın bir köşesinde oturan sessiz bir ebeyle olmak evde sizi izleyen 3 kişi ve sizi yönlendiren bir ebeden daha iyidir. Sonuçta nerede olduğunuz farketmez önemli olan temel ihtiyaçları anlamaktır. Hastane ya da ev doğumunu karşılaştırmamak lazım. Bazı kadınlar modern bir hastane ortamında, tıbbi ekipmanlar arasında kendilerini daha güvende hissederler. Bazı kadınlar da evde güvendikleri bir ebeyle olunca kendilerini daha güvende hissederler. Bizim yeniden keşfetmemiz gereken şey doğum ortamının sessiz olmasını ve mümkün olduğu kadar konuşulmamasını, özellikle de soru sorulmamasını sağlamaktır. Bu her yerde yapılabilir, loş ışık her yerde, hastanede bile ayarlanabilir. Bugün önemli olan hastane ve ev doğumlarını karşılaştırmak değildir çünkü arada farklılıklar var ama temel ihtiyaçları anlamak, temel olanın ne olduğunu sormak gerekir. Bunu farklı bir şekilde, fiziksel perspektifden de açıklamak için oksitosin salgılanmasının hangi noktada çevresel faktörlere bağlı olduğu araştırırsınız. Şunu görürsünüz; oksitosin utangaç bir hormondur, utangaç bir insan gibi yabancılar ve izleyiciler arasında mutlu olamaz.

DOUM: Türkiye gibi bir ülkede doğal doğum yapmak isteyen kadınlara ne önerirsiniz?

Michel Odent: Ben nadiren öneride bulunurum yalnızca temel ihtiyaçlardan bahsedebilirim. Ancak annelere bebeklerinin doğumu konusunda peşin bir fikre sahip olmamalarını öneririm. Bazen doğal bir doğum istememek daha iyidir. Barselona’da bir kadın doğum uzmanı tarafından ilginç bir araştırma yapılmış; kadınlara hamileliklerinin başında nasıl bir doğum arzuladıklarını sormuşlar. Bazıları doğal doğum istediklerini söylemişler, diğerlerininse peşin fikirleri yokmuş. Sonuçta doğal doğum yapmak isteyenlerde sezaryen daha fazlaymış. Doğum ile ilgili olarak önceden peşin bir fikri, arzusu olmak tehlikeli olabilir. Doğumun nasıl olacağından çok temel ihtiyaçlar konusunda bilgilenmek daha iyidir.

DOUM: Genel olarak yapay döllenme dediğimiz tüp bebek ve benzeri tedaviler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Michel Odent: Tabii ki bugün öncelikle bunun diğer bir çok teknik ilerleme gibi muhteşem bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Mesela sezaryen ameliyatlarındaki gelişmeler gibi. Teknik ilerleme açısından düşündüğümüzde özelliklede son 20 yıla bakarak bunun harika bir şey olduğunu söyleyebilirsiniz. Bebeği olamayan onca insanı düşünsenize bu harika bir şey değil mi? Fakat şu noktaya geliyoruz; ya giderek çok, daha da çok yaygınlaşırsa? Şunu merak etmeliyiz; sezaryen ile doğan bir nesil ne oranda doğurgandır? Zira anlamaya başladık ki sezaryen ile doğan nesillerin çok bebeği olmuyor, pek doğurgan değiller. Tabii ki bu konuda gelecekte yapılacak bir çok sezaryenden sonra daha fazla şey öğreneceğiz. Belkide yapay döllenmeye yani aşk hormonu olmadan döllenmeye daha fazla ihtiyaç duyulacak. Bugün mesela bebekleri anne sütü gibi yapılandırılmış mamayla beslediğimizde anne, doğal sütün salgılanmasına yarayan aşk hormonu oksitosini salgılayamayacaktır. Böylece aşk hormonunu değersiz hale getirmiş oluyoruz. Sadece doğum sırasında değil, çoğunlukla o anda ama bir bebeği beslerken ve hatta bebeği yaparken bile aşk hormunu yok! Sonuçta şu an için muhteşem ama 3-4-5 jenerasyon sonrasında aşk hormonu kullanılmaz hale gelirse? Sorularımızı uygarlığın gelişimi açısından sormalıyız. Bizler insanız ve uygarlık adına düşünebilmeliyiz.

DOUM: Hamile kadınların bir araya gelip şarkı söylemelerini teşvik eden toplantıları yapıyor musunuz? yapıyorsanız bunun çiftlere doğumda nasıl bir yararı olduğunu gözlemlediniz?

Michel Odent: Hamile kadınlardan bahsederken aynı şeyi yapmalı ve birçok soru arasından en temeli ile başlamalıyız; hamile bir kadının temel ihtiyaçları nedir? Aynı doğum yapan kadının temel ihtiyaçları nedir, yeni doğan bir bebeğin temel ihtiyaçları nedir diye sorduğumuz gibi. Görünen o ki hamile kadınlar hamile kadınlarla bir araya gelmeye ihtiyaç duyuyor. Bu çağlar boyunca böyleydi muhtemelen ve bu şekilde bebekleri hakkındaki hayallerini paylaşıyorlardı.

Orta çağlardan kalan bir Alman tablosu vardı; İsa’nin annesi Meryem’in John’un annesi Elisabeth ile konuştuğu bir tablo. İkisi de hamile ve bebekler karınlarının içerisinde görünüyor. Hamile kadınlar birlikteyken ne konuşur, ne düşünürler? Tabii ki bebeklerini ve bu temel bir ihtiyaçtır. Bu sebepten Fransa’da bir hastanede biz her hafta hamile kadınları bir piyanonun başında birlikte şarkı söylemeye davet ediyoruz. Belki hamileyken şarkı söylemekde unuttuğumuz temel bir ihtiyaçtır! Belki ninniler evrenseldir, belki! En azından başka hamilelerle sosyalleşmek ve aynı zamanda çocuğu olan kadınları biraraya getirmek amacımız. Bizim toplantılarımızda önemli bir etken de daha eğlenceli olması çünkü şarkı söyleniyor, dans ediliyor. Sonuçta aynı noktaya geliyoruz; hamile kadınlarıdan bahsederken temel ihtiyaçlarının ne olduğunu sorarak başlamalıyız. Bence fizyolojiyi, anatomiyi öğrenmek temel ihtiyaç değil, hatta ters etki bile yapabilir. Zira kadın doktorlar hiç de kolay doğum yapmazlar çünkü çok fazla biliyorlar, öyleyse bu temel bir ihtiyaç değil.

DOUM: Emzirme konusunda söylemek istedikleriniz var mı? Türkiye de bu konunun üzerinde duruluyor ve emzirme teşvik ediliyor ama emzirme başarısı da giderek düşüyor.

Michel Odent: Kuran’a göre 2 sene emzirmek gerekiyor. Bu çok ironik aslında. Ben çoğunluğu katolik olan Batı Avrupa’da bir ülkeden gelen biri olarak bebeklerin sözde 2 sene emzirilmesi gereken bir yerde bu konuda konuşuyorum…Şunu belirtmek lazım; emzirmenin başlangıcını bozarsanız, müdahale ederseniz emzirmenin uzun sürmesi mümkün olmaz.

Brezilya gibi ülkelerde, Çin’de de aynıydı. Son kez Çin’e gidişimde emzirme konusunda son derece yoğun inanılmaz bir teşvik vardı, tıpkı Brezilya’daki gibi. Ancak kadınların sorduğu ortak soru; süt salgılamaya yarayan bildiğiniz bitkiler var mı, bize bu konuda yardımcı olabilecek bir bitki biliyor musunuz idi. Emzirmenin kolay olmadığını söylemeye çalışmalarının bir yoluydu sadece. Sonuçta hep aynı hikaye. Doğum fizyolojisi ile emzirme fizyolojisi arasında çok güçlü bir bağ vardır. Bu ikisini birbirinden ayıramayız. Bu şekilde emzirmeyi teşvik etmek şu an için yararsız. En temel sorudan başlamamız gerekiyor: doğum sırasında emzirme kapasitesi nasıl arttırılır? Aynısı aşk içinde geçerli. Aşkı teşvik etmek yararsız, binlerce yıldır yapılıyor zaten. Sonuç ne? bunun pek de yararı olmadı değil mi? Belkide bunu modüle etmeliyiz; aşk kapasitesi nasıl gelişir? Yani aynı şey, bugün en temel soruları sormamız gerekiyor.

Bu bizim 3ayda bir yayınlanan sirkülerimizin sonuncusununda başlığı; Emzirmeyi teşvik etmek aşkı teşvik etmek kadar faydasız mı?

DOUM Aileleri ne diyor?



Kayıt


Bizden haber almak için kayıt ol!

gönder


Bu site ziyaretçileri bilgilendirmek amacıyla hazırlanmış olup, sağlık hizmeti vermemektedir. Bu sayfada yazılan bilgiler doktora danışılmadan tedavi amacıyla kullanılmamalıdır.


Copyright © 2018 do-um.com | Tüm Hakları Saklıdır.
Artwork by Ekin Nayır
Longplay Dijital Ajans Hizmetleri Logo


doum