3 gün / 3 saatlik maceralı ve tamamen doğal doğumum

Doğumum 3 gün mü sürdü, 3 saat mi biraz karışık. Ama her şeyiyle mükemmeldi. Tekrar olsa yine aynısını yaşamak isterim sanırım. Doğumun üzerinden yaklaşık 3 hafta geçti; her gün yaşananlar kare kare, tekrar tekrar gözümün önünde ama yazmaya bir türlü başlayamıyorum. Neresini anlatsam, neden bahsetsem bilemiyorum. Sonunda bir başlangıç yapmaya karar verdim. Biliyorum tam yaşandığı gibi bütün coşkusuyla anlatamayacağım ama yine de paylaşmak istiyorum. 

Evet, doğumum mükemmeldi. Belki de bunun en önemli sebebi yanımda olan kişilerdi. Sevgilim Alp, doğum destekçim Nur ve doktorum Kübra Hanım bana harika bir doğum ortamı sağladılar. Ve tabii ki kızım Tane de bu süre boyunca çok sabırlı, sakin ve güçlüydü.
3 günlük maceramız şöyle başladı: Cumartesi sabahı 7’de uyandığımda nişanın gelmiş olduğunu fark ettim. Zaten önceki gece başlamış olan hafif kasılmalarım da uyandığımda devam ediyordu. Alp’i uyandırıp ona bugün veya yarın doğuracağımı söyledim. Nur’a ve doktor ve doğum destekçisi arkadaşımız Dilek’e birer mesaj atıp acele etmemelerini ama gün içinde bize gelecek şekilde plan yapmalarını söyledim. Biraz daha yatakta dinlendikten sonra kalkıp kasılmaları takip etmeye başladık. Oldukça düzenli, ama kısa ve çok hafif hissedilen kasılmalarım vardı. Günü evde geçirmemeye karar verdik. Nur’la buluşup son haftalarda sık sık ziyaret ettiğim akupunktur uzmanına gittik. Orda doğuma yardımcı akupunktur ve refleksoloji yaptırdıktan sonra boğazda yürüyüş yaptık, yemek (mantı! - sanırım o gün doğurmayacağımı aslında biliyordum.) ve dondurma yedik. Artık kasılmalarımın süresi uzamıştı ama hala oldukça hafiflerdi. Akşamüstü eve döndüğümüzde Dilek geldi ve beni muayene etti. Yalnızca 1 santim açıklık vardı ama o gece veya sabah doğuracağımı düşündüğünü söyledi. Bense hiç öyle hissetmiyordum. Kasılmalarım seyrekleşmişti. Tekrar boğaza inip bir yürüyüş yaptık ve akşam yemeği yedik. Ben doğumun durduğunu anlamıştım. Alp’le eve gelip biraz uyuduk. Kasılmalar gece yarısından sonra oldukça şiddetlenip uyutmamaya başlayınca tekrar Nur’u çağırdık ve o geceyi birlikte geçirdik. Sabaha kasılmalar yine kesilmiş, bizim de kafamız karışmıştı. Bu sefer çok sevdiğimiz doktor arkadaşımız Gülnihal uğrayıp beni muayene etti. Bir değişiklik yoktu, hala bir santimdeydim. Ama Gülnihal öyle güzel bir enerjiyle geldi ve beni sakinleştirdi ki, hiç moralim bozulmadı. Bugün, yarın doğuracağım diye şartlanmaktan da vazgeçtim. O günü nispeten daha sakin ve keyifli bir şekilde evde Nur ve Alp’le birlikte geçirdim. Yakındaki bir hastaneye gidip NST çektirdik. Bebeğin durumu iyiydi, kasılmalarım ise efektif değildi. Akşama yine her şey hızlandı. Kasılmalarla baş etmek zorlaşmaya başladı. 

Bu süre boyunca kasılmalarla baş etmemde en çok faydasını gördüğüm şeyler: kasılmalar hafifken tens makinesi, daha şiddetliyken duşta ve doğum havuzunda (evde doğurmayı planlamadığım halde, hastaneye geç gitmek istediğim ve küvetimiz olmadığı için bir doğum havuzu kurmuştuk - iyi ki de öyle yapmışız, beni çok rahatlattı) su, her zaman Nur’un masajları ve Alp’in gözünün içine bakmak.

Bu arada kasılmalar arasında uyunabildiğini biliyordum ama hakikaten ne kadar acayip bir uykuymuş o. 5 dakikada bir gelen kasılmaların arasında uyuya kalmak, rüya görmek ve bir sonraki kasılma ile uyandığında şaşırmak, doğuruyor olduğunu unutmuş olmak.... 

Yoğun ve düzenli kasılmalarla geçen bir gecenin ardından sabah olduğunda kasılmalar yine çok yavaşladı. Dilek tekrar gelip muayene ettiğinde bu sefer 3 santimdeydim. Fakat kasılmalarım yok denecek kadar azdı. Alp’i dinlenmesi için alt katta uyumaya gönderdik. 
Gün boyunca Nur ve Dilek’le birlikte doğumu hızlandırmak için birçok şey denedik: yan yan merdiven inip çıkmak, hamileler için oryantal dans dvdsi koyup karşısında dans etmek, homeopatik ilaçlar, akupresur noktalarına masaj vs...Öğleden sonraya kadar hiçbir gelişme olmadı. Bugün de doğum olmayacak heralde diye düşündük. Dilek evine döndü, Nur biraz dinlenmek için aşağı indi ve Alp yanıma geldi. Sonra birden kasılmalarım hızlanmaya başladı. 1 saat içinde kasılmaların arası çok kısaldı ve daha önce beni çok rahatlatan yöntemlerin hiç biri işe yaramamaya başladı. Doğumun birden hız kazanmasına gün boyunca yaptıklarımızın hangisinin etkisi oldu bilemeyeceğiz heralde ama bence en önemli etken Alp’le birlikte olmamdı.

Ben artık geçiş fazına girdiğimi hissediyordum. Tıpkı anlatıldığı gibi artık kendimi kaybetmiş durumdaydım. Ama bir yandan da zihnim devreye giriyor ve şöyle diyordu: "Saçmalama, bir saatte 3 santimden geçiş fazına gelmiş olamazsın; heralde daha 4-5 santimdesin ama ağrı eşiğin düşük. En iyisi hastaneye gidip epidural almak." Aslında içgüdüsel olarak geçiş fazında olduğumu ve doğurmama çok az kaldığını biliyordum. Artık hastaneye gitmeye karar verdik. Alp Nur’u çağırdı ve Nur gelir gelmez benim doğurmak üzere olduğumu anladı ve Alp’e ambulans çağırmasını söyledi. Evde mümkün olduğu kadar çok vakit geçirmek istediğimiz için ne olur ne olmaz diye ambulans bilgilerini önceden hazırlamıştık. Aslında orijinal "planımızda" yanımızda aynı zamanda doktor olan doğum destekçisi arkadaşımız Dilek de bulunacaktı ama olaylar farklı gelişti.
Ambulans 10 dakika içinde geldi ve biz akşam trafiğinde Nişantaşına doğru yola koyulduk. Ben arkada doğuruyor olduğuma inanmayan bir kadın doğum uzmanı ve her kasılmamdan sonra az kaldığını söyleyen ve tam olarak nerede olduğumuzu haber veren bir hasta bakıcı ile arkada, Nur ve Alp ise öndeydi . Doktor Hanım hemen "Nefes al, sakin ol" gibi beni o anda çok rahatsız eden şeyler söylemeye başlamıştı. "Daha suyun gelmemiş; doğuruyor olamazsın." diyordu. Oysa ben su kesesin oldukça geç bir aşamada açılabileceğini biliyordum. Kendisinden hastaneye varana kadar konuşmamasını rica ettim. Sağolsun bir daha hiçbir şey söylemedi. Nitekim yolculuk sırasında suyum da geldi. Sonuç olarak doğumun en zor dönemi olan, çoğu kadının epidural, sezaryen vs. istediği geçiş fazını ambulansta geçirmiş oldum. Bu kısım gerçekten de zordu. Yatıp, sımsıkı tutunmak zorundaydım, hareket özgürlüğüm yoktu ve kendimi rahatlatmak için bağırmak dışında bir şey yapamıyordum. Hastaneye geç gitmenin bir sürü avantajı var ama hastaneye varmak için yapılacak yolculuğun nasıl geçeceğini de düşünmek lazım tabii. Hareket eden bir araçta sancı çekmek gerçekten çok zormuş. Tabii ben de böyle bir yolculuk yapmayı planlamamıştım.

Hastaneye vardıktan beş dakika içerisinde doğumhanedeydim. Bu beş dakika içerisinde odama çıkarılmış, nöbetçi doktor tarafından muayene edilmiş, NST’ye bağlanmış ve doğumhaneye alınmıştım. Nöbetçi doktor dokuz santimde olduğumu söyledi. Bu arada odamdayken birisi "Epidural olacak mı?" diye sordu. Benden kararlı bir "hayır" çıktı. O anda doktor dokuz değil de beş santim demiş olsaydı epidurale evet diyecektim. 

Ikınma hissim gelmişti bile. Yanımda nöbetçi doktor doğumhaneye giderken koridorlarda bir yandan "Ikınmak istiyorum. Doktorum gelmeden doğuramam. Ben epizyo istemiyorum." diye bağırırken bir yandan da "Doktor Bey lütfen kusura bakmasın. Onunla bir ilgisi yok." diyordum. Sonradan Nur’un anlattığına göre Doktor Bey bunu gülümseyerek karşılıyormuş...O anda hakikaten kendi doktorum olmadan doğurmayı düşünemiyor, o yetişemezse epizyotomi kesileceğinden ve doktorumun uygun bulduğu diğer isteklerime dikkat edilmeyeceğinden korkuyordum. Zira doktorumu çok dikkatle seçmiştim. Onunla devam etmeye karar verene kadar yabancı bir ebe ile evde doğum yapmak dahil birçok başka seçeneği uzun uzun değerlendirmiştim. Bu konuda gerçekten doğru karar vermişim. Doktorum hem hamileliğim boyunca bir yandan çok dikkatli ve özenli bir yandan da çok olumluydu hem de doğumum sırasında tercihlerimin hepsini uyguladı. 42. haftasının dolmasına iki gün kala doğum yapan bir gebe olarak son günlerde doktor ziyaretlerime acaba artık suni sancı der mi endişesiyle giderken doktorum hiçbir zaman bunun lafını bile etmedi, bebeğimin iyi, plasentamın "taptaze" olduğunu söyleyerek beni rahatlattı, bebeğimin ne kadar büyüdüğü konusunda beni hiç korkutmadı.

Kısaca doktorumu yanımda istiyordum. Kendisi de bizi ona son dakikada haber vermememiz konusunda uyarmıştı ama işte işler pek plana göre gitmedi. O tabii ambulans kadar hızlı ulaşamadı hastaneye. Ben doğumhanede bir yandan ıkınmamaya çalışırken bir yandan hemşirelere Kübra Hanım’ı arattırıp dakika dakika Nişantaşı trafiğinde hangi caddede olduğunu öğreniyordum. 

Sanırım Kübra Hanım 5-10 dakika içinde büyük bir acele ile ama son derece rahat bir şekilde doğumhaneye vardı. Ben onu "Kübra Hanım, ıkınmak istiyorum" diye karşılayınca gayet rahat bir şekilde "E ıkın o zaman" diye beni de rahatlattı ve böylece doğumun 2. aşaması başladı. Doktorumun ilk işi doğumhanede gerçekten işi olmayan herkesi çıkartmak oldu. İçeride az sayıda görevli kalmıştı, bir de tabii Alp, Nur ve fotoğrafçı arkadaşım Aslı. Varlığından rahatsız olduğum hiç kimse yoktu. 

Herşey benim isteğim doğrultusunda ve beni desteklemek amacı ile yapılıyordu. Kendimi hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim. Doğumhanedeki herkesi ihtiyacım doğrultusunda yönlendirebiliyordum. "Şimdi susun, şimdi konuşun, su verin, bacağıma masaj..." dedikçe bütün isteklerim anında yerine getiriliyor, doğumhanedeki ebeler "sus" dedim diye alınmıyor, herkes benim ihtiyaçlarıma dikkat ediyordu. Bütün bunlar kendimi daha da güçlü hissetmeme yardım ediyordu. Bu büyük bir şanstı. Katıldığım diğer doğumlardan bunun çoğu zaman böyle olmadığını biliyorum.

Kimse beni acele ettirmeye çalışmıyor, doktorum tamamen içimden geldiği gibi davranmama izin veriyor, istediğim zaman, istediğim kuvvette ve istediğim şekilde ıkınıyordum. Ikınmalar sırasında herkese susmasını söyleyip tamamen içime dönüyordum. Ikınmalar arasında ise "Bu ıkınma nasıldı? Bir dahaki sefere nasıl ıkınsam sizce daha iyi olur? Bunun gibi kaç tane kaldı?" gibi komik sorular soruyor, duygulanıp gözleri dolanları "Bu bebek çıkmadan kimse ağlamayacak" diye azarlayıp, bir de bol miktarda küfrediyordum.

Bir noktada Kübra Hanım uzanıp bebeğimin başını ellememi söyledi. Dokunduğum şey o kadar yumuşaktı ki onun Tane’nin başı olduğuna inanamadım. Toplamda sanırım 40 dakika içerisinde Tane içimden çıktı. Bu inanılmaz bir histi. Onu hemen sıcak, ıslak ve kaygan bir şekilde kucağıma verdiler. O an hissettiklerimi anlatmak çok zor, o kadar büyülü anlardı kı tam olarak hatırlamakta bile çok zorlanıyorum. Babasıyla birlikte Tane’nin gözlerinin içine baktık, onunla konuştuk. Kordondaki atış durduktan sonra Alp kordonu kesti. Tane’nin muayeneleri kucağımdayken yapıldı. Kısa bir süreliğine ısıtıcının altına götürüldüğünde babası da onunla birlikte gitti. Tane’ye hiçbir aşı yapılmadı, gözlerine merhem sürülmedi, yıkanmadı. Kısacası onun için de muhtemelen hayatının en zor deneyimi olan bugünün sonunda onu kendi haline bıraktılar. 

Tane 3.900 gr doğdu. Başının çevresi 36.5 cm’di. Buna rağmen bende hiçbir yırtık, kesik vs. olmamasında en büyük pay neyin bilmiyorum: Yoga derslerim sırasında yaptırdığım (ve yaptığım) perine egzersizleri mi? Son 6 hafta boyunca aksatmadan yaptığımız perine masajı mı? Yoksa doktorumun sabrı ve çabaları mı?

Her şeyin istediğim gibi olduğu, bütün tercihlerime saygı gösterilen bir doğum deneyimi yaşadığım için çok mutluyum. Tane’nin doğumu her şeyiyle o kadar güzeldi ki o hisleri yine yaşayabilmek için tekrar tekrar doğum yapabilirim. İkinciyi doğurmak için sabırsızlanıyorum!

Komik anılarımız - en azından şimdi komik gelen anılarımız:
-Bir yandan kendisiyle doğum yapmak istemediğimi söylerken bir yandan nöbetçi doktordan özür dileyip durmam
-Ambulansa bavullarımızla yerleştikten sonra görev listesini ezberlemiş olan Alp’in sanki topluk bir halimiz kalmış gibi pilates topunu da almaya çalıştığında ambulans şoförünün tepkisi
-Doğumhanede bir yandan küfrederken bir yandan da resmiyeti elden bırakmayıp doktoruma Kübra Hanım diye hitap etmeye devam etmem: "Ha s..., Kübra Hanım" gibi
-Ambulans çağırılırken kasılmalar sırasında "Doğuruyorum çabuk olun" deyip, kasılma geçtiğinde zihnimin devreye girmesiyle "Yok ambulans gelmesin, ya 4 santimdeysem, ambulansla gidersek rezil olurum" demem
-Hastane asansörüne bindiğimizde ben gelen kasılmayı bağırarak atlatırken önceden asansörde bulunanların yüzlerinde gördüğüm dehşet ifadesi ve bir sonraki katta asansörü koşarak boşaltmaları
-Yaklaşık 30 ıkınmanın her birinden sonra "Kaç tane kaldı?" diye sormam, Kübra Hanım’ın çoğunda "2-3 tane daha" diye cevap vermesi ve benim bunu hiç sorgulamamam

Bedenimin ve kadının gücüne hayran olduğum anlar:
-Bambaşka bir alemdeyken ambulans gelince bir anda odaklanıp aşağı inip gözüm başka hiçbir şey görmeden ambulansa yerleşmem
-Hastaneye vardığımızda epidurale hayır demiş olmam
-Ikınırken içimden gelen kuvvetin büyüklüğü
-Tane’nin içimden kayarak çıktığı an
-Alp’in gözlerinde gördüğüm hayranlık

Özetle:
Doğuma hazırlık dersleri verdiğim ve başka doğumlara katıldığım için yaşanan her şeyi teoride biliyordum. Ama kendi bedeninde hissetmek bambaşkaymış. Yaptığım onca yoganın, meditasyonun kendimi bırakmamda ve her kasılmayı an an karşılamamda çok faydası oldu bence. Ama doğuma hazırlık eğitmeni olarak çok şey bilmek de sanırım zihnimin sık sık devreye girmesine sebep oldu. Evdeyken içgüdüsel olarak doğum yapmak üzere olduğumu bildiğim halde zihnimin bunu kabul edememesi gibi...Bazı hisler beklediğim gibiydi, bazıları da farklıydı. Bütün kadınların bu konuda yorumu farklı oluyor ama benim için kasılmaları atlatmak beklediğimden daha kolayken ıkınmak beklediğimden daha zordu. Ama doğum yapmak beklediğimden çok daha muhteşemdi. Dediğim gibi yarın yine doğuracaksın deseler yaparım!

Bu yazıyı yazabilmem birkaç haftamı aldı. Yaşadıklarımı bir yönüyle anlatabildim - daha çok pratik, sanki dışarıdan görüldüğü gibi. Sanırım yaşananları biraz daha sindirip bir süre sonra başka yönleriyle tekrar anlatmayı deneyeceğim.

Başak Kutlu Atay
Hamile Yogası ve Doğuma Hazırlık Eğitmeni

DOUM Aileleri ne diyor?



Kayıt


Bizden haber almak için kayıt ol!

gönder


Bu site ziyaretçileri bilgilendirmek amacıyla hazırlanmış olup, sağlık hizmeti vermemektedir. Bu sayfada yazılan bilgiler doktora danışılmadan tedavi amacıyla kullanılmamalıdır.


Copyright © 2018 do-um.com | Tüm Hakları Saklıdır.
Artwork by Ekin Nayır
Longplay Dijital Ajans Hizmetleri Logo


doum